Satacak bir şey kalmadı…
Literatürde pek kullanmayız ama ‘Türkiye’nin kapitalistleri’ demek zorundayız artık. ABD’li, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, İspanyol, Hintli, Japon, Hollandalı, Güney Afrikalı, Malezyalı ya da Çinli kapitalistlere göre ‘etki ve zenginlik düzeyleri’ tartışmaya açık olan bizimkiler, daha emekleme dönemlerini yeni yeni geçmeye başladılar.
Daha çok ekonomi dergilerinde isimlerini gördüğünüz, gelir ve kurumlar vergisi sıralamasında ilk 500 ya da ilk 1000 listesine giren kişi ve kurumlar, Türkiye’nin kapitalistleri olarak dünyaya açıldılar.
Henüz yerli otomobil, helikopter, uçak imal etmiyorlar. Uzay çalışmalarının herhangi bir yerinde bazı küçük parçalarda üretici görüyoruz onları. Daha çok tekstil, konfeksiyon, havlu, iplik, gıda (iyi ki Anadolu’nun verimli toprakları var), inşaat, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, mobilya, halı, kilim, çimento, kömür, mermer ve çeşitli makinelerle ilgili sektörlerde yer alıyorlar. Doğanın cömert davrandığı kıyı ve dağlarda otel işletiyorlar…
Gelişmiş teknolojik ürünleri pazara sunan girişimcilerimizi göz ardı edemeyiz ama onlar da büyük olmak için henüz hazır değiller.
Lisans anlaşmalarıyla ürettikleri hemen her şeyi iç pazarda satan, buradan elde ettiği kazancı başka sektörlere ya da rant ekonomisine yönlendiren sanayici ve işadamlarımız maalesef araştırma-geliştirme çalışmalarında geri kaldılar.
İlkokuldan itibaren üretim yapısına uygun teknik eleman ya da ara eleman yetiştirmeyi bir kenara bırakan; ezberci, sorgulamayan, araştırmayan bireyler yetiştiren eğitim sistemine ağırlık veren Türkiye, kendi ayaklarına ateş eden bir yapıya doğru savruluyor.
Bankalarını, sigorta şirketlerini, fabrikalarını, kimya ve ilaç sanayisini ‘özelleştirme’ adı altında yabancı kapitalistlere satan Türkiye’de artık satacak kamu kurum ve kuruluşu da kalmadı. Su firmalarımız dahi el değiştirdi. Doğalgaz firmaları yabancılaştı… Onlar her şeyi aldılar…
Oysa milyonlarca genç atıl halde. Yurt dışına çıkmak isteyen binlerce genç olduğunu biliyorum. Kahvehanelerde pinekleyen insan sayımızı ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Bağını bahçesini satmak zorunda kalan köylümüz adeta kentlere hücum etti. Köyler mahalle oldu ama ne tam olarak altyapı var ne de kente dair yatırım…
Alım gücü her yıl biraz daha düşen Türk halkının sıkıntıları artıyor. Devletine olan bağlılığını hemen her ortamda gösteren, gönüllü olarak askere giden, karnını çorba, kuru fasulye, nohut, mercimek ve mevsim sebzeleriyle doyuran bir halk var Türkiye’de. Kapitalistlerin halka dair araştırmalardan haberi olmalı ki; sözcüleri Ali Koç aracılığıyla mesajlarını verdiler. Suçlu kapitalizmdi… Vahşi kapitalizm demek istedi belki de… Sol değerler üzerinden gündeme gelen kelimeler herkesin dikkatini çekti. Sendikacıların “Türk-İş’in başkanı Ali Koç olsun” çağrıları daha da ilginçti…
Vahşi kapitalizm, yeterli kurumsal ve toplumsal denetimin olmadığı ülkeleri seviyor. Ekonomi politikalarının, ekolojiden ve sosyolojiden anlamayan, dolayısıyla bütünü göremeyen ekonomistlerin eline bırakılması anlamına geliyor. İşçi sömürülüyor, doğa talan ediliyor, toplumun kaynakları kartellere aktarılıyor…
Türkiye sandığınızdan daha büyük bir sömürü ile karşı karşıya. Lütfen biraz düşünün ve ülkenizin geleceğini anlamaya çalışın…