Türkiye’de olup bitenlerle önümüzdeki dönemde olabilecekler arasındaki dengeler konusunda bazı gerçeklere dokunmak zorundayız. Halkın alım gücündeki gerilemenin yarattığı travmanın yakın gelecekte sıkıntıları artırıcı yanları olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor.

Görmemiz gereken bir başka konu da; girişimcileriyle büyük işlere imza atan Türkiye’de yeni girişimci bulmanın giderek güç hale gelmesi…  Kentte iş yapan sanayici ve işadamlarındaki gerginlik, üretenlerle üretime aracılık yapanlar arasındaki anlaşmazlıkların da temel nedenleri olarak karşımıza çıkıyor.

Bağlantısız ülkelerin liderliğini elinden kaçıran bir ülkenin çocukları artık “Onlar ortak biz pazar” sözünün gereğini yerine getirmenin ezikliğiyle hareket edebilmek adına adımlar atma telaşında.

Nerede ve nasıl alındığı apaçık ortada olan kararlarla yönetilmenin verdiği alışkanlıkların getirdiği yaşam biçimleri içinde yok olduğunu göremeyen gözler, 2023 hedeflerine ulaşmak adına tüm gücünü harcayan kitlelere merakla bakıyor.

Satılacak ya da özelleştirilecek kurum bulmakta zorlanan bürokratların var olma adına attıkları adımların beraberinde getirdiği toplumsal tepkiler, giderek artıyor. Emeklisine, işçisine, köylüsüne, beyaz yakalısına ulaşmakta zorlanan Türkiye, yöntem değişikliğini gündemine almalı artık.

Sağlık, eğitim, güvenlik, işsizlik ve barınma gibi temel konularda çözüm süreçlerini konuşurken çok dikkatli olmalıyız. Dış dünyanın adım adım izlediği Türkiye, yıllarca atladığı “beyin göçü” konusunda bir şeyler yapmalı. İktidar olmakla hükümet etme arasındaki derin çizgilerin farkına varma zamanı.

Ekonomik gelişmelerin “patinaj” adı altında moral bozucu söylemlere dönüşmesinin önüne geçebilmek için hedeflerin doğru ve tutarlı olması sağlanmalı. Büyük sözler bir yere kadar oyalayabilir oysa seri üretim yapan fabrikalarınız yoksa siz bir hiçsiniz…

İnsanın rahat yaşayabilmek adına yaptığı her işin kabul edilebilir sınırları da olmalı. Ahlak ve dürüstlük yoksa o işin para kazandırmasının da anlamı yok. Saygınlığınızı sağlayan çalışma ve topluma olan katkı olduğuna göre; sizin kim olduğunuz kadar ürettiklerinizden elde ettiğiniz artı değerin harcandığı yerler de önem kazanır.

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) yoluyla fakirine fukarasına barınma sağlayanların, iş yaratma konusundaki yavaşlığı bence anlaşılabilir değil. Öyleyse teşvikler konusunda yanlış uygulamalar olmalı. BUTGEM örneğini yaratan Bursalı sanayici ve işadamlarının başarısı, neden Türkiye’ye yayılmaz bunu da anlamam hiç.

Geçmiş yazılarımda dolardaki aşırı değerlenmenin devam etmesi halinde üretimin sekteye uğrayacağını aktarmıştım. Dün makine üreticisi bir arkadaşımdan “İşlerimiz kesat. İşletmede moraller bozuk” sözlerini duydum. Özel bir çelik ithal ederek ürettiği makinelerin girdi maliyetleri arttığı için fiyatlarının da arttığını ve ancak bunu müşterilere anlatamadığını söyledi. Daha bunun gibi birçok işletmede sorun olduğunu biliyorum. Demek ki dolardan para kazanan “lobi” ile reel sektör arası açık!

950 liralık asgari ücretle geçinmeye, evlenmeye, çocuk okutmaya, etli yemek yapmaya imkan ve ihtimal yok. Öyleyse alınacak her karar öncelikle dar gelirli için olmalı. “Halkı yaşat ki devlet yaşasın” sözü kulaklara küpe olmalı.

Hukuk devletinin gereğini yerine getirmeyen herkes, zamanın aleyhlerine işlediğini de unutmamalı.

Üreten bir Türkiye adına her kim konuşur ve yaparsa tarihe geçer. Önce insan diyen bir anlayışın hakim olması dileğimle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir