Bursa Sanayici ve İşadamları Derneği, önceki gün ekonomi yazarlarını ağırladı. Dünya Gazetesi işbirliğiyle gerçekleşen toplantıda dile getirilen tespit ve çözümler oldukça ilginçti benim için.

BUSİAD Başkanı Günal Baylan’ın konuşmasında iktidara yönelik söylemler öne çıktı. Baylan’ın sözlerini bir sonraki yazıda değerlendireceğim.

Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ’ın yönettiği toplantının konuşmacıları gazeteci yazarlar Ege Cansen ile Osman Ulagay’dı.

Hakan Güldağ, açılışta yaptığı konuşmasında; tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen Türkiye’de büyük adımlar atıldığını ancak Ar-Ge ile üretilen ürünlerin ihracatında artış yakalanamadığını ve Türkiye’nin patinaj yaptığını söyledi. Kişi başı gelirin 10 bin 500 dolar bandında kaldığına dikkati çeken Güldağ, konuşmacılara, “Teşvikleri de göz önüne alarak Türkiye’de neler oluyor?” sorusunu yöneltti.

İlk sözü alan Ege Cansen, öncelikle stratejinin anlamını “tersi savunulan bilgi” olarak açıkladı. “Eğer böyle değilse o iyileştirmedir. Strateji maliyet gerektirir. Toplumun ortak değerler etrafında toplanmasını beraberinde getirir. Strateji, model arayışı demektir. Türkiye’de böylesi bir işaret göremiyorum” diye konuşan Cansen, Osmanlı döneminin ekonomik uygulamalarının devamı niteliğindeki gelişmeleri ayrıntılarıyla dile getirdi. Osmanlı’nın fethederek kendine bağladığı ülkelerin topraklarını korumak adına aldığı vergiyi “haraç” olarak nitelendiren Cansen, sürecin 1800’lü yıllara kadar devam ettiğini, ancak bu tarihten itibaren merkezi dahi tehdit eden gelişmeler yaşandığını hatırlattı. “Haraç alamazsanız borç alırsınız” sözüyle tanışan Osmanlı’nın borca boğulduğunu kaydeden Cansen, “süreç içinde sömürü başladı ve 1839’da İngilizlerle çok özel anlaşmalar imzalandı. İthalatın önü açıldı. O zamana kadar üretim merkezi olan Bursa’ya ithal mallar geldi ve Bursa halkı bocaladı. Demiryollarını Almanlar, havagazını ve ulaşımı Fransızlar ele aldı. Sonunda borç içinde kıvranan bir Türkiye vardı. 1. Dünya Savaşı’nda kaybeden taraftayız… Kurtuluş Savaşı ve vatansever bir kadro… Lozan Anlaşması… Ama karşılarında İsmet İnönü var. Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı bir insan. Sıkı bir tartışmacı aynı zamanda. İmzalar atılıyor ve Türkiye kendi içine kapanıyor. Yatırımlar yapmak gerek. İnsan gücüyle yapılıyor… 1946 yılına kadar devam eden süreç yaşanıyor. Adnan Menderes dışarıya açılıyor ve sermaye girişi başlıyor. İthal İkamesi ile gelişme beklentisi… 1980 yılı ise bir milattır. Özelleştirme, fiyat istikrarı ve liberal kadrolar. İhracata dayalı bir büyüme isteği vardı. Türkiye dünya ile entegre olmayı seçti. 24 Ocak Kararları çok önemliydi. 2000’li yılların başında Recep Tayyip Erdoğan para girişini hızlandırdı. Araziden arsaya oradan konuta uzanan bir süreç yaşandı. Halen de devam ediyor” dedi…

Çözüm önerisi ise “Yeni bir model gerek. Çin gibi emek sömürüsü olmadan sıçrama olmaz. Sermaye birikimi sadece emek sömürüsü ile olur” şeklindeydi…

İkinci konuşmacı Cumhuriyet Gazetesi kökenli Osman Ulagay ise ekonomideki gelişmeleri özetlediği konuşmasında özellikle AKP dönemine dikkat çekti. 2002-2007 yılları arasında Türkiye’nin yüzde 7,2’lik bir büyüme yakaladığını ancak bunun Kemal Derviş’in programı sayesinde olduğunu belirten Ulagay, “Batı’ya yüz çevirme, kredi kuruluşlarının notlarını tanımama, IMF ile ters düşme ve iç sıkıntılar nedeniyle dengeler sarsıldı. Para bolluğunun sonuna gelindiğinde söylemlere dikkat etmek gerek” dedi.

Çin’de “kaba işçi sömürüsüne bağlı ilkel sermaye birikimi” uygulandığını oysa “silikon vadisi” gibi örneklerle yola çıkılabileceğini kaydeden Ulagay, Ege Cansen’in tezinin yanlış olduğunu dile getirmiş oldu.

Bence tüketen bir ülkeden üreten ve paylaşan bir ülke yolunda atılacak adımlar var. Gençliğin enerjisi, bilim adamlarının yol gösteren çalışmaları, siyasilerin doğru adımları, araştırmacıların buluşları ve kadınların eğitilmesi temel amaç olmalı.

Aklımızı kullanma zamanı. Yoksa patinaj yapan ülke konumundan çok daha gerilere düşmemiz an meselesi…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir