Mecburi hizmetini yerine getirmek için bin kilometre yol yapan kuzenimden aldığım iletiyi paylaşacağım bugün. Türkiye’nin “Pazar ülke” haline getirildiğini, cebimizden milyonlarca doların tereyağından kıl çeker gibi alındığını söylüyor. İşin içinden biri olarak sözlerini önemsedim. Bakın Tayfun Topaktaş nereye parmak basıyor;

Hayati öneme haiz bazı ilaç ve aşılar zaman zaman ülkemizde bulunamıyor. Çünkü ilaç ve aşıda yüzde 100 dışa bağımlıyız. Afyon Alkoloid Fabrikası’ndan dünyaya birçok ilacın hammaddesini ihraç ediyoruz ama bu hammaddeyi işleyerek yüzlerce kat fazlasına satacak ‘Milli İlaç Sanayii’ni kuramıyoruz. Milyar dolarları, taşa, toprağa, cep telefonuna, ithal taşıta ve uçaklara gömüyoruz ama tasarrufları ilaç ve aşı gibi zorunlu ve karlı işlere yatıramıyoruz. Un var, yağ var, şeker var ama dışarının helvasına mahkumuz. Erciyes Üniversitesi Rektörü’nün dediği gibi, Galatasaray’ın Wesley Schneider’e ödediği 25 milyon Euro. Bu kadarcık bir parayla bu bağımlılığı kırabilir, sağlık ve hayatımızı kilitleyen şifreyi çözebiliriz. Büyük devlet olmanın yolu bilim ve teknolojinin ürettiği güç ve zenginlikten geçiyor ama göremiyoruz.

Bilim, teknoloji, tasarım, üretim ve para, Da Vinci’nin şifresidir. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş olur, onlar parmağını yalarken bizim de ağzımız sulanır. Kendilerine rakip olabilecek ülkeleri de ‘önce paran olacak, sonra bilim yapacaksın’ diye bir güzel uyuturlar. Teşvik ettikleri bilim de ‘harem ağası tipi bilimdir’, bundan teknoloji, tasarım, üretim ve bizi zengin edecek bilim çıkmaz. Onların gösterdiği yolda güya bilim yapıyoruz da ne oluyor?

Her yıl 4 milyar doları aşılara, 4 milyar doları şeker ilaçlarına, 4 milyar doları da kanser ilaçlarına ödüyoruz. Son 10 yılda cep telefonlarına ve geyik muhabbete ödediğimiz çeyrek trilyon doları, Bilim ve Teknoloji Merkezleri için harcasaydık ve şimdiye kadar satın aldığımız teknolojik ürünleri, tam tersine biz üretip doğal pazarımız olan İslam alemine satar hale gelseydik, bunları yıllardır bize satanlar ne yapardı? Adamlar buna müsaade eder miydi? Tabii ki etmezlerdi.

Adamlar, bizi otla, çöple, alternatif masallarla meşgul ederken 400 bin Euro’luk yapay kalp cihazlarını, 50 bin dolarlık kalp kapaklarını (klips), 10 bin dolarlık kalp pillerini (ICD) bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor.

MERS ve EBOLA paniği karşısında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bu virüsleri yayan vahşi batı, aşısını yapacak ve sonra da bize himmet edecek (!) Bilim dünyamızın beklentisi bu! Bilim ve teknolojik ilerleme idrak sınırlarımız ötesinde. Beklenen Marmara depreminden bizi koruyacak araştırmaları, soykırım yasası çıkaran Fransız araştırma gemileri yapmadı mı?

Batı dünyası yapar, biz seyrederiz. Bilimsel mandacılık işte bu! Milletimizi tehdit eden öldürücü salgınlara karşı bizi koruyacak aşıları, ‘Milli Aşı Merkezi’ ne zaman üretecek?

Sevgili okuyucularım, yukarıdaki yazı virgülleri hariç bir doktorun gözlem ve saptamaları. Bir kez daha göz atın ve hal-i pür melalimizi anlamaya çalışın…

***

400 bin yoksulun katkı payı!

Yeterli ödenek olmadığı gerekçesiyle yaklaşık 400 bin yardıma muhtaç vatandaşın sağlık katkı payı ödenemedi. Vatandaşlar, Maliye Bakanlığı ile Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında adeta mekik dokumak zorunda kaldılar. Örtülü düzenleme ile sağlık hizmetleri de paralı hâle getirilmiş oldu.

Sosyal güvenlik sistemindeki “saray ekonomisinin” hikâyesi şöyle:

31 Mayıs 2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Reformu ile sigortalı olmayanlardan katkı payı alınması uygulamaya konuldu. Ancak aynı reformda, yardıma muhtaç vatandaşların katkı paylarının devlet tarafından karşılanacağı vurgulandı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da reformda yer alan hükümler doğrultusunda, vatandaşları gelir testine tabi tuttu. Ve test sonucunda, yaklaşık 4 milyon vatandaşın gelirinin asgari ücretin üçte birinin altında olduğu belirlenerek, bu vatandaşların katkı paylarının devlet tarafından ödenmesi kararlaştırıldı. Uygulama, 2012 yılının başından itibaren yürürlüğe girdi.

Devlet, gelir düzeyi düşük olan yani yardıma muhtaç vatandaşların sağlık katkı paylarını ödemeyi taahhüt etti. Ancak, burada farklı bir yönteme başvuruldu. Yardıma muhtaç vatandaşlardan katkı paylarını ödemeleri, daha sonra da bu payları Sosyal Yardımlaşma Vakıfları’ndan geri tahsil etmeleri istendi. Yani vatandaş önce katkı payını ödeyecek sonra da vakıflardan bu paraları geri alacaktı.

Sağlık kurumları, bu kapsama giren yani yardıma muhtaç vatandaşlardan yaklaşık iki yıldır katkı payı tahsil ediyor. Alınan sağlık hizmetine göre bu tutar değişiyor. 12 ila 50 lira arasında değişen tutarlar dikkate alındığında, 400 bin vatandaştan tahsil edilen katkı payının tutarı milyonlarca liralık bir kaynağa karşılık geliyor.

PARALAR ÖDENMEDİ

Devlet söz konusu katkı paylarını geri ödemedi. Vatandaşlar, Maliye Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında kaldı. Ödemenin valilik ve kaymakamlık bünyesinde bulunan Sosyal Yardımlaşma Vakıfları tarafından yapılması gerekiyor. Ancak, vakıflar da kendilerine bu yönde ödenek aktarılmadığı için, vatandaşlara ödeme yapamıyorlar. Vatandaşlar ise, kamu kurumları arasında adeta mekik dokur hale geldiler.

Bu da Türkiye gerçeği…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir