Her ‘10 Kasım’da hüzünlenirim…
Osmanlı Devleti’ni Sevr Antlaşması ile parça parça etmeye yeminli ‘Batı’ya karşı verilen Türk İstiklal Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti; Ulu önder, eşsiz insan, büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde sadece 15 yılda dünyanın gözbebeği bir ülke haline geldi.
Bugün O büyük insanın 82. ölüm yıldönümü… (Ruhu şad olsun…)
Türk devrimi, Osmanlı mirası üzerine kurulduğu için ekonomik olarak adeta bir “enkaz” devralmış durumdaydı. Kapitülasyonların yaygınlaştırılması, sanayi devriminden uzak kalma, dış borçlar, Duyun-u Umumiye, Reji idaresi ve ülkedeki yabancı sermaye yatırımları gibi gelişmeler, Osmanlı devletini batıya bağımlı, yarı sömürge durumuna getirmiş haldeydi… Bırakın batılı bankaları, ‘Galata bankerlerinden’ alınan borçlar dahi ödenemez durumdaydı.
Cumhuriyetin kurucu kadrosunun ekonomik alandaki hedefi; Milli ve bağımsız bir ekonomiye sahip, hızla kalkınan, öz kaynaklarını kendisi kullanabilen bir ülke kurmaktı…
Onlar başardılar nitekim…
Osmanlının son yüzyılında kapitülasyonlar ve 1838 yılındaki Balta Limanı Ticaret Antlaşmasıyla batılılara tanınan ticari ayrıcalıklar daha fazla genişletildiği için devlet, yerli üretimi koruyacak gümrük düzenlemeleri yapma olanağını kaybetmişti. Yabancı ticari ürünler yerli ürünlere göre daha az vergiye tabi tutulmuş, sanayi devrimi sonrası yabancı tüccar ve şirketler Osmanlı pazarına daha fazla egemen olmaya başlamıştı… Yerli üretici; Kaliteli ve ucuza üretilen ve ülkeye rahatça giren yabancı ürünlerle rekabet edememiş; yerli ürün ve üreticinin hem bu adaletsiz rekabete hem de devletin ağır vergilerine karşı piyasada yaşama şansı kalmamıştı…
VERGİYİ DAHİ YABANCI ALDI
Osmanlı devleti ilk dış borcunu 1854 yılında İngiltere’den aldı. Alınan borçlar yatırıma dönüştürülemediği için her geçen yıl ağırlaşan borçlar ödenemedi ve devlet 1875 yılında iflas ettiğini, iç ve dış borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etti… Bunun üzerine önceleri Galata bankerlerinin daha sonra batılı devletlerin alacaklarını haciz yoluyla tahsil etmek amacıyla Duyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. İdare, Osmanlı vergi gelirlerinin önemli bir kısmını idare etmeye başladı…
Yabancı sermaye bankacılık, sigortacılık, demiryolu ulaşımı, deniz taşımacılığı, tramvay işletmeciliği, elektrikli aydınlatma, havagazı, iletişim gibi karlı alanlara yatırım yaptı ve ‘Batı’nın ekonomik çıkarlarına hizmet etti…
EKONOMİ ALANINDAKİ ADIMLAR
Ülkenin kurtarılmasından hemen sonra yeni rejim, bir taraftan yeni toplumu şekillendirecek idareci kadroları yetiştirmeye diğer taraftan da ekonomik gelişmeleri hızlandırmaya çalıştı. Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin işgalden kurtarılmasıyla, her şeyin daha yeni başladığını düşünmekteydi. O, “…Askeri ve siyasi zaferler iktisadi zaferle taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler sürüp gidemez, az zamanda söner…” şeklinde bir anlayışı benimsedi. Bu anlayış herkesi etkiledi…
Atatürk ve arkadaşları, sanayicilere kredi sağlamak amacıyla 1925’te Sanayi ve Maadin Bankası’nı açtılar. 1933 yılında sanayi yatırımlarını finanse etmek, amacıyla Sümerbank kuruldu. 1933’te İller Bankası kuruldu.
Elektrik enerji, petrol ve madencilik alanlarındaki araştırma ve işletmeleri denetlemek ve yönetmek üzere 1935 yılında Etibank ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kuruldu.
1938 yılında Cumhuriyetin ilk yıllarında millileştirilen ticaret gemileri, liman ve rıhtımları işletmek amacıyla Denizcilik Bankası kuruldu.
GELDİĞİMİZ NOKTA ÜRKÜTÜCÜ
Geldiğimiz noktada ise ‘Sıfır gümrüklü mallar’ giriyor ülkeye. Bankalar arasında yabancılar var, binlerce şirket var… Katı yağ, tohum ve ilaç yabancıların elinde. Petrolü, doğalgazı, plastik hammaddelerini dışarıdan alıyoruz… Toprak satışları arttı, limanlar özelleşti, saf alkol fabrikamız bile yok… İnsan kaynağımızın en iyileri ‘Batı’ya gidiyor. Askeri uçaklar epeyce yaşlandı… Cep telefon markaları da onların…
Gösterdiğin hedefin çok uzağındayız.
Her şeye karşın, umudunu kaybetmeyen milyonlar var. Gafiller elbet anlayacaklar bir gün… Umarım çok geç kalmış olmayız…