Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 97. yıldönümü; Kutlu olsun…

Cumhuriyetin önem ve anlamını yeniden kavramak ve onu gelecek kuşaklara daha iyi aktarabilmek için Cumhuriyetin ilanından sonra Türk halkının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kaydetmiş olduğu gelişmeleri; Siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan incelemenin, layıkıyla öğrenmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bugün bazı noktaları irdeleyeceğim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 23 Nisan 1920 tarihinde açıldıktan sonra her geçen gün ülkenin kaderinde tek söz sahibi durumuna gelmişti. Çünkü, seçilerek Meclis’e gelen milletvekilleri Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında, Yusuf Kemal Tengirşenk’in de ifade ettiği gibi, o gün orada “Yeni bir Türk devleti kurdular.”

Türkiye’nin çocukları, padişahın irşadına, herhangi bir devletin elçisinin teşvikine kapılmadan memleketi idareye koyuldular… Hiç bir makamın veya şahsın tasdikine muhtaç olmaksızın kanunlar, anlaşmalar yapıp tatbik ve icra etmeye başladılar. Cumhuriyet idaresi aslında o gün başladı…

23 Nisan’da bu yeni Türk Devleti’nin adı resmen konulmamıştı. Çünkü 600 yıl boyunca saltanatla yönetilmiş, ortak bir millet bilincine dahi erişmemiş bir topluluğa artık yeni yönetimin Cumhuriyet olacağını ifade etmek ve bu kavramı benimsetmek sizlerin de takdir edeceği üzere kolay bir durum değildi. Bu nedenle şartların oluşması beklenmiştir.

29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet, 23 Nisan 1920’den itibaren sürdürülen rejimin isminin açıkça tüm dünyaya duyurulması demektir. Halktan onay almaktır…

EKONOMİ ŞAHLANDI

Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk dönemi ekonomik politikası devletçilik adıyla tanımlanan kısmen başarılı bir özel sektör ve hükümet denetimi ve katılması programıyla yürütüldü. 1.  Dünya Savaşı’na 2 milyon 850 bin kişi ile katılan Osmanlı Devleti’nin seferberlik giderleri çok büyüktü… Savaştan önce 1 lira olan bir ürün savaş sonunda 22 lirayı bulmuştu. 1920′lerde ülkede demir, çelik, şeker üretimi yoktu. 1927’lerde 100 işçiden fazla kişi çalıştıran işletmelerin sayısı sadece 155’ten ibaretti. Bu 155 işletmenin 33’ü madencilik alanında olup, 22’si Zonguldak’ta idi. Geriye kalan 122 işletmenin 74’ü İstanbul, İzmir, Bursa ve Kayseri’de bulunmaktaydı. Bir kaç kent çıkarıldıktan sonra Anadolu’nun büyük bir kesiminde sanayi sayılabilecek işletme yoktu.

Ülkede sanayinin teşviki için 28 Mart 1927’de çıkartılan ‘Sanayii Teşvik Kanunu’ ile sanayi yatırımları desteklendi. Üstelik 1929 dünya ekonomik buhranı gibi tüm dünya ülkelerini etkileyen bir kriz dönemine rağmen başarı kazanıldı.

1930-1940 arasında kömür üretimi 1 milyon 590 bin tondan 3 milyon tona çıkarak yüzde yüze yakın bir artış gösterdi. Aynı süre içinde krom üretimi 28 bin tondan 170 bin tona çıkmış, Karabük’te demir üretimi 0’dan 1940’da 130 bin ton buldu. Tekstil sanayi ülkenin tekstil ihtiyacının yüzde 80’nini karşılar hale gelmiş, tekstil ürünleri ithalatı 1927’de 51.1 milyon Türk lirasından 1939’da 11.9 milyon Türk lirasına düşmüştür. 1924 ile 1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3 bin 773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek ise 2 tondan 31 tona çıkmıştır. 1926’da başlayan şeker üretimi 1927 ile 1940 arasında 5 bin 162 tondan 95 bin 192 tona çıkmıştır. Demiryolu ise 1927’den 1940’a kadar 4 bin 631 kilometreden 7 bin 381 kilometreye, karayolları ise yine aynı dönem içinde 22 bin 53 kilometreden 41 bin 582 kilometreye çıkmıştır.

Hükümet, Türk Lirasının dünya pazarlarındaki değerini dolara karşı korumuştur… 1930’da 1 dolar 2.12 lira iken 1939’da 1 dolar 1.28 Liraya gerilemişti… TL değerlenmişti.

Cumhuriyetin kazanımlarını koruyalım. Her ne şart altında olursa olsun; ‘Bağımsızlığımızdan ödün vermeyelim…”

Ne demişti merhum Çetin Altan; Enseyi karartmayın…

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir