Türkiye’nin gelişen (!), serpilen ve fikir üreten insanları… Siz bir zamanlar neler yapıyordunuz, nelere gülüyor, nelere üzülüyordunuz, nelerle kıvanıyor, kimlerle yola çıkıyordunuz…
O küçücük adımlarınızın arkasında yatan ‘güven’ duygusunu hissedin bugün; Ülkenize, anne ve babanıza, dayınıza, amcanıza olan güveni… Öğretmenlerinizin aşıladığı vatandaşlık bilinciyle bugünlere geldiniz. İstiklal uğruna dökülen kanlarınızın helal olduğu yıllardan geçtiniz. Hepsi gerçekti ve yurt kavramıyla örtüşüyordu… Öyle kolay değildi çekilenler…
Gelin bugün bir arkadaşımın paylaştığı yazıyla ‘o günlere’ dönelim… Çocukluğumuzu bir kez daha yaşayalım…
“Kesme şekeri ilk gördüğümüzde, buna nasıl şekil vermişler de böyle olmuş diye ‘heyecanlanan’ çocuklardık biz.
Karnemize zayıf düşürdüğümüzde, ailemize bunu nasıl izah edeceğiz diye ‘yüzü kızaran’ çocuklardık biz.
Semt pazarlarına akşama doğru fiyatlar ucuzlar diye karanlık çöktüğü anda giden ‘zorluğu bilen’ çocuklardık biz.
Ahizeli telefonlara kimin aradığını bilmeden, herkesten önce ilk ‘alo’yu diyebilmek için koşan ‘telaşlı’ çocuklardık biz.
Siyah beyaz televizyonlar ile gördüklerimizin rengini hayal eden, yayın bitince okunan İstiklal Marşımızı duyduğumuz anda yattığımız yerden ayağa kalkıp saygı duruşu yapan ‘onurlu’ çocuklardık biz.
Doğum günlerimizde kendisine kitap armağan edilen, gazetelerden günlerce kupon biriktirilerek sahip olduğumuz Temel Britannica, Meydan Larousse, Gelişim Hachette gibi merak ettiklerimizi öğrenmeye çalışan ‘ansiklopedi’ çocuklarıydık biz.
Belediye otobüslerinde, hamile ile yaşlı teyze ve amcaları gördüğümüzde yerimizi onlara vermek için ayağa kalkan ‘merhametli’ çocuklardık biz.
Bayramlarda bizleri lavabo pompası gibi öpen teyzelerin verdiği mendilleri, harçlık veren amcaları, dedeleri özleyen, kazandığımız paraları atari salonlarında, gençlik parkındaki ‘çarpışan otolara binerek harcayan’ çocuklardık biz.
Kışın soğuklarda pekmez ile tahini karıp yiyen, üşümemek için içimize yünlü içlik giyen ‘garip’ çocuklardık biz.
Sokaklarda gazoz kapağı toplayıp, sigara paketlerinden, mektup pullarından koleksiyon yapan, akşam ezanı okundu mu ‘dayak yememek için evlere koşan’ çocuklardık biz.
Sütü bakkaldan alamayıp, hafta sonları mahallenin sütçüsünü elimizde tencerelerle bekleyen, sonra o sütü kaynatıp üzerindeki kaymağı afiyetle yiyen, komşudan aldığımız maya ile o sütün sobanın yanında yoğurt olmasını bekleyen ‘sabırlı’ çocuklardık biz.
Kışlık kazaklarımızı güveler yemesin diye bolca naftalinleyip valizlerde eşyalarını saklayan ‘umutlu’ çocuklardık biz.
Komşunun meyve ağaçlarına gizlice çıkan, dalından meyve yemenin zevkini çıkartan ama yaptığıyla da ‘utanan, içinde “Allah” korkusu olan’ çocuklardık biz.
Bizden bir yaş dahi büyüklerimize abi, abla diyecek kadar ‘saygılı’ olan çocuklardık biz.
Mahallemizde kızlarla erkeklerle toplaşıp yakan top, yedi kiremit oynayan, ‘küfür etmeyi bilmeyen’ çocuklardık biz.
Evde çorba diye sadece tarhana çorbası içen, dışarıda domates çorbasının üstüne kaşar serpildiğini gördüğünde sündüre sündüre o çorbayı içmeyi beceremeyen ‘masum’ çocuklardık biz.
Çikolatanın tadını bilmeyen, pötibör bisküvi arasına lokumu bastırıp pasta niyetine yiyen ‘mutlu’ çocuklardık biz.
Siyah önlükleri, beyaz yakaları olan, sabahları okulda Andımızı bağıra bağıra söyleyen ‘vatansever’ çocuklardık biz.
Tüm bunları yaşamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak size haykırıyorum;
Ne oldu bize!