Uyanın! Fren tutmuyor
Bugünlere gelirken aştığımız dağları, geçtiğimiz yolları, dokunduğumuz hayatları düşündüm. Hepimizin önünde uzun yıllar vardı, aldığımız eğitim ve gösterilen hedeflere giden insanlardık. Anne ve babalarımızın bizlerden beklentileri olduğu kadar ülkemizin de ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ olarak benimsettiği demokrasi, adalet ve ileri yaşam formlarını anlamaya gayret ediyorduk, aklımız hep iyi bir meslek sahibi olmak için çalışıyordu. Aramızda hiç kimse bir diğerine inancının ne olduğunu sormaz ve derecelendirmezdi…
Azla yetinen, azla hayat kuran ancak içindeki ateş dünyayı saran gençlerdik. Büyüklerimize saygıda kusur etmez, bilgisi olanın yanından ayrılmazdık. Öğretmenlerimizin ağzının içine bakar, arkadaşlarımızın okuyan, sorgulayan babaları, ağabeyleri ya da ablalarına hayran olurduk; Her anımızı onlarla geçirmeye gayret ederdik.
Spor olarak basketbol ve masa tenisi daha yaygındı aramızda. Haftada bir de futbol müsabakası yapardık. Kahvehane alışkanlığı kesin olarak yoktu… Sigaradan nefret ederdik. Satranç oynardık gazozuna… Sevdiğimiz, beğendiğimiz kızlar için kilometrelerce yürür ve sadece yüzünü görürdük… Sınıf arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, mahalle arkadaşlığı ve aynı memleketli olmak gibi sosyal yapılarda öne çıkmaya çalışırdık. Aynı kentten olmak zaten kardeşlik gibi algılanırdı…
Bugünkü öğünülen yollar (!) yoktu, araçlar yoktu, tek kanallıydı televizyon. Böylesi şaşaa yoktu. Böylesi mağazalar, alışveriş merkezleri, kafeler, cep telefonu, tabletler ve kalabalıklar yoktu… Birbirine yan bakan insanlar da yoktu. Giyim tarzları böylesi birbirinden farklı değildi. Sakallar yoktu, bıyıklar doğaldı. Kadınlar mecmuadan çıkmış gibiydi.
Her yerde sinemalar, kitapçılar, parklarda banklar, tiyatro sahneleri, satranç kulüpleri, bol bol ağaçlar, dere kenarlarında piknik alanları, bakkal amcalar, iğneci ablalar vardı. Her evde yemek yenir, salça sürülmüş ekmek ya da yağlı ekmeğe şeker dökülmüş hali her zaman hazırdı. Manavlar vardı sokaklarda. Birer tane elma hakkımız vardı. Çelik çomak, yakan top, birdirbir, cilli (bilye) her an için oynanan oyunlardı.
1970’li yılların ortalarında karaborsa ortaya çıkmıştı. Bir çırpıda 70 sente muhtaç olunan günlere geliverdik. Benzin, yağ, tüp, margarin kuyruklarıyla tanıştık. Rahmetli Demirel “Benzin var da biz mi içtik?” demişti. Bugünle kıyaslarsak çok şey yoktu. İnsanlar birbirlerini seviyorlardı.
Sümerbank’ın tekstil, konfeksiyon ve ayakkabı fabrikaları, Tekel İdaresi’nin sigara ve yaprak tütün işleme atölyeleri, Mazı Dağ’da fosfat işleme tesisleri vardı. Elbistan’da kömür madenlerinde binlerce insan çalışıyordu. O yılların güç şartlarında Keban, Atatürk, Karakaya gibi dev barajlar yapıldı. Emeğe saygı vardı. İşçiler yılda 4 maaş ikramiye alıyorlardı. Gazetecilerin telefonları ve uçak biletleri yarı yarıyaydı… Demokrasinin dördüncü gücü olarak saygı gördüler…
Bulgaristan’dan peynir, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerden sığır ithal ediyoruz. Bizim sığırlar anlamamakta ısrarcılar. Bağımlıyız artık ta dibine kadar. Kamu fabrikaları teker teker kapatıldı. İkramiyeler kalktı. İlaç üretiyorduk, serum üretiyorduk. SSK’nın ilaç fabrikası vardı. Kendi tohumumuzu üretiyorduk. Tohum enstitümüz vardı.
Her şey bitti sıra yönetim biçim ve anlayışına geldi…
Evet ya da hayır diyeceksiniz… Biraz düşünün…
Xxx
BOSİAD’da Bayrak dönemi
Bursa Organize Sanayi Bölgesi Sanayicileri ve İş Adamları Derneği’nin (BOSİAD) 4. Olağan Genel Kurulu’nda; Abdullah Bayrak, Mefküre Zümbülova, Meltem Turan, Yavuz Yiğit, Ahmet Parseker, İhsan İpeker, Süleyman Selçuk Çelik, Tanver Emre Yılmaz, Murat Yuvakuran, Sami Erol ve Yasin Akdere yeni yönetim kurulunu oluşturdular. Başarılı çalışmalara imza atan İlker Oral’ın aday olmadığı kongreye; BTSO Meclis Başkanı Remzi Topuk, Bursa OSB Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz ve bölge sanayicileri katıldı. Divan Başkanlığı’nı Şerif Arı’nın yaptığı Genel Kurul’da borçlu üyelerin borcu silindi. Bu arada Türkiye’nin ilk OSB’sinin kitabını yazan arkadaşımız Murat Kuter’e teşekkür eden Durmaz’ı buradan kutluyorum.
Hem yönetim hem de kitap hayırlı, uğurlu olsun…