İthalatını dolar kuru üzerinden yapan hemen tüm sanayici ve işadamlarının gelecekle ilgili düşünceleri kararmaya başladı. Hammaddeye ihtiyacı olanlar, makine alanlar, yedek parçaya yatırım yapanlar, özel üretim getirmek zorunda kalanlar, petrol ürünleri getirenler, elektronik cihazda bağımlı olanlar ve daha yüzlerce sektörde faaliyet gösterenler doların yükselişi karşısında önlem almak zorunda kaldılar. Ya hemen ithalatı durdurdular, ya üretim miktarlarını düşürdüler ya da tamamen Uzakdoğu piyasalarında araştırma başlattılar. Çalışanlarının sayısını düşürenleri, kapısına kilit vuranları, mal varlıklarını satışa çıkaranları da duymaya başladım.

İç piyasanın durgunluğu da üretenlerin canını sıkıyor aslında. Kış mevsiminin durağanlığı bir başka handikap olarak karşımızda duruyor. Giderleri bir anda artan ailelerin doğalgaza, okul giderlerine ve kışlık giysilere ayıracakları rakamlar belli olunca alışverişte de azalma dikkati çekiyor. Gıda, ısınma, eğitim ve zorunlu olan elektrik, su, telefon, cep telefonu, kira gibi giderleri ‘asgari ücret’ düzeyinde olan Türk halkının daha fazla yapacağı bir şey de yok…

Yaptığım araştırmaya göre; Ekim ayı ortasından bu yana TL dolar karşısında değer kaybetti. 210 milyar dolardan fazla net döviz borcu olan Türk şirketleri döviz kurundaki bu artış nedeniyle yaklaşık 65 milyar TL kur farkı zararı yazdı. 2017-2019 dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda yer alan tahminlere göre, gelecek yıl 3,18 lira olması gereken dolar kuru 3,41 liranın üzerine yerleşti. Bu durum pek çok sektörde fiyat artışlarına yol açacak. Artan enflasyon, hali hazırda borç yükü altında ezilen vatandaşlarımızın sıkıntısını daha da ağırlaştıracak. Bir taraftan da çok ciddi döviz borcu bulunan özel sektörü devasa bir kur farkı zararıyla baş başa bırakacak. Sıkıntıların aşılması için atılacak adımlar olmalı ama gündem başka…

Bu aşamada bankaların alacakları pozisyonlar çok ama çok önemli. Eğer kredileri erken çağırmaya başlarlarsa yandı gülüm keten helva. Ama onları da anlıyorum aslında. Ayakta kalmak zorundalar… Tüketici kredilerinde vadelerin 36 aydan 48 aya çıkması, konut kredilerinde ev fiyatının yüzde 60’ı olan ödemelerin yüzde 80 oranında karşılanmaya başlanmasıyla bankaların halka verdiği para miktarı oldukça arttı. Şirketlere açılan kredilerde de yaşanması muhtemel zorluklara bakıldığında bankaları zor günlerin beklediğini söyleyebilirim. Onlar da hükümetin kapısını çalacak ve “aman bir şeyler yapalım” diyeceklerdir. Hatta çalmış olmalılar…

Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi Sırrı Emrah Üçer, doların son olarak Türk Lirası karşısında 3,47’yi görmesiyle ilgili olarak “2001 krizi devlet borçlarından kaynaklanan bir krizdi. Devletin dış borç yükü çok artmıştı ve devlet bu borcu çeviremez hale geldi. Fakat bugünkü durum 2001 borç krizinden farklı” dedi.

Önce bir firma borçlarını ödeyemediğini açıklayacak, daha sonra başka bir firma. Adım adım bankacılık sektörüne yayılacak” iddiasını ileri süren Üçer, “Devlet ise Avrupa krizlerinde olduğu gibi bir süre sonra bu batan firmaları kurtarmaya çalışacak. Onları kurtarmaya çalıştığı noktada da özel sektörün krizi devletin krizine dönüşmüş olacak” ifadesini kullandı. Sinyaller de zaten bu yönde geliyor.

Devalüe olan Türk Lirası’na güvenin azalmasına izin verilmemeli. Aksi halde dolar depremleri halkı soluksuz bırakır. İçinde ithal edilen bir madde dahi bulunan hemen her şeye zam gelir, piyasalar alt üst olur ve Türkiye durur.

Aman dikkat!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir