Covid-19 salgını ile yatıp, aşı çalışmaları ile uyanıyoruz.
Maske takıyor, ellerimizi hiç olmadığı kadar sabunla yıkıyor
ve mümkünse evden çıkmamaya gayret ediyoruz…
Bugün sizler için sağlık konusunda ‘devrim’ sayılabilecek;
Kimya ve farmakoloji alanında atılmış dev adımlardan biri olan
‘aspirin’ konusunda yaşanmış bir hikayeye yer vereceğim…
1868’de Ludwigsburg’da doğan Felix Hoffmann, Cenevre’de kimya,
Münih’te Farmakoloji okuyor. Aldığı yüksek notlarla
hocalarının dikkatini çekiyor. Alman ilaç sanayiinin
liderlerinden Friedrich Bayer, adam olacak eczacıyı gözünden
tanıyor ve genç kimyageri keşfedip işe alıyor.
Felix, işe eski mısır papirüslerinde bile yazılı olan bir ağrı
kesici ile başlamak istiyor. Müslümanların sulak yerde yetişen
ağaçların kabuklarını sirkeyle kaynatıp ağrı kesici
yaptıklarını biliyor. Özellikle söğüt ağacının kabuklarında
bulunan “salicin” şiş indiriyor, ağrı dindiriyor ve vücuda
direnç kazandırıyor. Buradan hareketle yaptığı ilaç iş
görüyor, fakat ilacın içindeki sodyum salisilat, mideyi tahriş
ediyor. Genç eczacı daha az asitli formüller üzerinde
çalışıyor ve “asetilsalisilik asit”i sentezlemeyi başarıyor.
Bayer bu ilaca “aspirin” adı veriyor ve imalata başlıyor.
DAHA ETKİLİ İLAÇ ARAYIŞI
Felix, daha güçlü bir ağrı kesici için kolları sıvıyor. Verem
ve kanser gibi hastalıklarda hem ağrı dindirebilen hem de
tedavi edebilen bir ilaç keşfedebilmek için laboratuvara
kapanıyor. Fokur fokur kaynayan tüplerin başında saf morfini
asit anhidritle işliyor ve yorucu bir çalışmanın ardından
“eroin hidroklor” adlı beyaz tozu yakalıyor.
“Heroin” adıyla piyasaya sürülen toza ilk tepkiler olumlu
çıkıyor. I. Dünya Savaşında kolu bacağı kopan askerler bununla
rahatlıyor, iç organları dağılanlar bile huzura kavuşuyor.
Bayer, aspirinleri ambara kaldırıyor. Artık kimse o acı ve
ekşi tabletleri görmek istemiyor. Derken heroinin şurubu da
yapılıyor, başı dişi ağrıyan iki fırt çekti mi gülücükler
dağıtıyor. Alan memnun, satan memnun, eczanelere mal
yetişmiyor. Gel gelelim hasta olmayanların bile heroine olan
talebi, Amerikan sağlık dairesinin dikkatini çekiyor.

Bayer firması şikayetleri ciddiye alıyor, kimyagerlerden biri
ilacı bizzat kendi üzerinde denemeyi kabul ediyor ve ilk
dozdan sonra alçaktan uçuşa geçiyor. İlaç eczanelerden
kaldırılıyor…
1931 yılında kanunen yasaklanıyor ama eroinmanlar yasağı
sallamıyor, küçük bir doz için büyük paralar ödemekten
çekinmiyor. İşte o gün bugündür bir sektör doğuyor, uyuşturucu
kartelleri hava, kara ve deniz trafiğini kullanarak mal
taşıyor. İcabında hükümetleri yıkıyor.
BAYER İFLASIN EŞİĞİNE GELİYOR
Depolarında tonlarca aspirin bulunuyor ama eroinden ağzı yanan
yöneticiler aspirini piyasaya yeniden sürmeye korkmaya
başlıyor. Tonlarca tablet çöpe atılıyor. Ancak zorda kalınca
elde kalanları “ürke korka” piyasaya veriyorlar ve Bayer
“Bayer” oluyor.
Bu şirin tablet tarihe geçiyor, iki dünya savaşı arasındaki
yıllar “aspirin çağı” olarak anılıyor. Zamanla aspirinin
sadece ağrı kesmediği, kalp-damar hastalıklarına, yüksek
tansiyona, miyokardiyal enfarktüse iyi geldiği ve vücut
aktivitelerindeki düzenleyici rolü olduğu tespit ediliyor.
Derken beyin damarlarındaki daralmaları da önlediği ve
felçlere mani olduğu ortaya çıkıyor. Hele migren ağrılarını
azaltması, çok kimsenin yüzünü güldürüyor.
HER EVDE YER ALAN MUCİZE
Aspirin günümüzde akciğer, göğüs ve özellikle colorectal
(kalın bağırsak) kanserine, sonra katarakta, kısırlığa,
zonaya, alzheimere karşı “tedbir olarak” kullanılıyor.
Hekimler aspirinin faydalarını müşahede etmekle birlikte
çalışma mekanizmasını çözemiyorlar. Ancak Dr. John Vane bu
ilacın hormon bezi gibi çalıştığını ‘prostaglandin’ maddesinin
üretimini engelleyerek acı sinyallerinin beyne intikalini
önlediğini tespit ediyor ve “Nobel Ödülü” alıyor.
Her yıl 50 bin ton aspirin piyasaya veriliyor.
Darısı, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin başına…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir