2018’den itibaren sadece sertifikalı tohumlarla üretim yapan çiftçilerin destekleneceği” yönündeki açıklamaları hatırlayın. İnanılmaz bir karardı ve aksi yönde bir beyanata henüz rastlamadım…

Binlerce yıllık Anadolu tohumlarının yerini endüstriyel tohumlar alacak, hadi bir adım daha ileri gidelim ‘İsrail ve ABD’li Monsanto’ gibi devlerin ‘dayanıklı ama kısır tohumları’ her yeri dolduracak… Köylünün tarihi tohumları elinde kalacak…

Bu tutum ve açıklamaların Türkiye şartları için doğru olmadığını söylemeliyim. Hemen her köylü; ektiği her ne ise (Fasulye, patlıcan, soğan, biber, patates, domates, mısır, bamya, patlıcan, kabak, buğday, nohut, mercimek) tarlada tohumluk bırakır. Kışın saklar, baharda da eker. Eğer yan tarlalarda yabancı tohum yoksa ‘organik ürün’ o yörelerde yaşar, gelişir ve toplumun tüketimine sunulur…

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden Güngör, o dönemde yaptığı açıklamada; 750 milyon dolarlık büyüklüğe ulaşan Türkiye’nin tohum pazarının yüzde 70’inin yabancı firmaların kontrolünde olduğuna dikkat çekmiş örneğin…

Sadece sertifikalı tohumlara destek verilmesi durumunda küçük ölçekli tarım işletmelerimizde kullanılan yerel çeşitler yok olacak demektir. Sayın Güngör bakın daha neler demiş; “Adana’nın yuvarlak patlıcanı, Osmanlı pembe domatesi, deli bezelye, Ayaş domatesi, Urla börülcesi gibi yerel çeşitlerimiz ortadan kalkacaktır. Kararı zamansız ve yersiz buluyoruz…”

2006 yılında ticari olarak satışına yasak getirilen yerel tohumlar için ölüm fermanı anlamına gelen açıklamalar epeyce eleştiri aldı.

Köy popülasyonu adı verilen ve sertifikasyona uymayan pek çok sebze ve bakliyat tohumunun sonunu getirecek olan uygulamayla, Türk mutfağının efsaneleşen yerel lezzetleri de tehdit altına girecek. Zor koşullarda yetiştirilen İspir’in kuru fasulyesi ile Antalya’nın ünlü piyazına tat veren Çandır fasulyesinin yanı sıra Kastamonu Siyez buğdayı da tehdit altındaki türlerden. İnanılır gibi değil.

Tarımda sertifikalı tohum, tarla ve laboratuvar kontrolleri neticesinde genetik, fiziksel ve biyolojik değerleri belirlenmiş, her türlü deneme ve incelemeleri yapılarak satışına izin verilmiş, çeşit saflığı sağlanmış ve adı belirli olan tohum anlamına geliyor… Eyvallah ama tek tip tohumların kullanımı; biyolojik çeşitliliğin azalması, tarımda hastalık ve zararlıların artması, tarım ilaçlarının daha çok kullanılması anlamına da geliyor.

Önce tohum satıyor ardından ilaç ve gübre… Bağımlı bir nüfus yaratılıyor… Bu tohumlardan ‘tohum alınamıyor…’

Yapılan bir araştırmaya göre; mısırda yüzde 95, pamukta yüzde 80, soyada yüzde 80, sebzede yüzde 75, patateste yüzde 95, ayçiçeğinde yüzde 82, buğdayda yüzde 5 oranlarında yabancı kaynaklı tohum kullanılıyor. Bu rakamlar ürkütücü…

2006 yılında yayınlanan Tohumculuk Yasası’nın, Türkiye’deki tüm tohumculuk kuruluşlarının kamu kuruluşu niteliğindeki bir meslek kuruluşu çatısı altında bir araya gelmesini sağlanmış… Tohum Sanayici ve Üreticileri Alt Birliği (TSÜAB) kurulmuş durumda. Piyasada denetim ve sertifika verme yetkisi de Türk Tohumcular Birliği’nde… Birliğin içinde birçok çokuluslu şirket yer alıyor. Sertifikalı tohum kullanımından esas karlı çıkacak olanlar da bu tohumların sertifikasını elinde tutan çokuluslu şirketler olarak görülüyor…

2015 yılı sonu itibarıyla Türkiye’nin tohum ihracatı 103 milyon, ithalatı ise 202 milyon dolar olarak gerçekleşmiş…

Türkiye’de yaklaşık 5 milyon çiftçi bulunuyor ve bunun yaklaşık 2,5 milyonu Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı küçük işletmeler. Bu politikanın sonucunda Türkiye’nin tohumculuk sektörü tamamıyla yabancı firmaların tekeline geçecek…

Böyle giderse köylü bahçesinde yerel tohumlarla ürettiği ürünlerini pazara getirip satamayacak.

“Teslim ol diye bağırmasalar da olur!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir