Bütünşehir Yasası ile mahalleye dönüşen köylerdeki yaşantı değişti. Şose yol kalmadı… Ya Arnavut taşları geldi ya da asfaltla tanıştılar. Her eve su bağlandı (!), elektrik kesintileri azaldı, kahvehanelerin yanına ‘cafe’ler geldi…  Hiç tanımadıkları insanların gelip yerleştiklerine tanık oldular… Ekmekleri hazırdı artık. Belediye otobüsleri çalışmaya başladı. Taşımalı eğitim, sağlık ocağı, yenilenen veya yeniden inşa edilen camiler dikkatimi çekti. Merkezden gelen ekmek ve yumurtayla tanıştılar. Bu arada binlerce dönüm arazinin terkedildiğine şahit oldum. Tarlalar arsa oldu, satıldı. Ortak meralar, çeşmeler, otlaklar, tarihi mekanlar, atıl duran kiliseler, ibadet yerleri, köy meydanları, mücavir alanlar hep Büyükşehir belediyesine ya da ilçe belediyesine geçti… Mutlulukla mutsuzluk arasında bir yerde şaşkın şaşkın bakakaldı köylü. Gençler kente göç etti; Kızlar kapıcılık ve ev temizliğine razı oldu, erkekler fabrikalarda düz işçiydi artık… Aylıkçı olmak hoşlarına gitti başlarda…

Zamana bağlı olarak su parası istendi onlardan. Bugüne kadar suya para vermeyen, bir pınardan ya da kaynaktan su içen köylü şaşırdı önce… Sonra belediyeciler “Siz 1 yıl para vermeyin. Sonra alacağız” diyerek gazlarını aldılar. Bu arada altyapı çalışmaları başladı. Her köylü su istiyordu evine… Hay hay dediler. İhaleleri alan firmalar başladılar kazmaya. Köylüye döşediler boruları… Binlerce yıldan bu yana akıp duran kaynaklarına el konulmuştu ama mutluydular. Evlerine su gelmişti… Kaldırım katılım parası, su, atık su ve doğalgaz boruları için ödemeler istendi… Ekmeğe para, suya para, ulaşıma para, yumurtaya para, salçaya para, samana para, ilaca para, gübreye para derken köylü geçinemez hale geldi. Kendilerinden dinledim, mutsuzlar… Atı alan Üsküdar’ı geçmişti ama atın tozu dumanı da pek fenaydı…

Sonra arsalarını elden çıkarmaya başladılar. Villa yapanlar, çiftlik kuranlar, işletmelerini taşıyanlar, organik tarıma gelenler üşüştüler başlarına. Eline azıcık para geçenler iş yapmaya gitti şehre. Taksi alanlardan tutun da ‘cafe’ açanlara kadar binlerce köylü girişimciyle tanıştı kent halkı. Hemşericilik bir yere kadardı… Kandırıldılar. Cami ile meyhane arasına bir yere kurdular yaşamlarını. Ne tam kentliydiler ne de köylü. Konuşmaları aynı kaldı. Yürüyüşleri, tavırları, birleriyle şakaları bile değişmedi. ‘Nörüyon, netcen’ dediler birbirlerine. Yanıtları ‘Heç be Hasan. Ürüyüp gidiyoz işte’ tadında kaldı. Bir kısmı dolar aldı. Altın aldı, evlerine yeni mobilyalar aldı. Giyim, kuşam değişti. Her akşam 19.00’da evdeydiler. Ne sinemaya, ne tiyatroya ne de sergilere gittiler. AVM’ler dururken ne işleri vardı oralarda… Komşuluk yapacaklardı emme (!) apartmanda kimseyi tanımıyorlardı. Parka gittiler, çay içtiler, tost söylediler… Çocuklarının öğretmenini tanıyorlardı köyde. Ya burada… Öğretmenle kahvehanede konuşuyor, öğreniyorlardı. Oysa burada ‘Cafe’ler vardı ve çok pahalıydı çay… Öğretmen de kim bilir neredeydi… uzaklaştılar zamanla; hem kendilerinden hem de kentliden. Gettolaşma başladı. Belli yerlerde toplaştılar, belli kahvehanelere gittiler, belli yerlerden alışveriş yaptılar. Ellerindeki para eriyordu. Köyde kestikleri koç 3 ay yetiyordu da burada ete hasret gidiyorlardı artık…

Oğulları askere giderken bayram yapıyor, şehit olunca karalara bürünüyorlardı. Ülkenin başka yerlerinden gelenlerle tanışıyor ve ortak kaderlerini birlikte yaşıyorlardı. Milliyetçi ve muhafazakar bir yapı içindeydiler. Bağlı oldukları inanç sistemine alabildiğince ağırlık verdiler. Kızlarını okuturken artık düşünüyorlardı. Namus birinci sırada geliyordu… Yozlaşmaya başladıklarını fark edemiyorlardı bile. Tüm namussuzlarla tanışmaya başlamışlardı. Şahin marka otomobillerle fink atıyor, geride kalan tarlalarına hasretle bakıyorlardı. Arada sırada imara açılan yerlerinden gelen paraları oluyordu ancak iş yapma kültüründen uzak olduklarını anladıklarında çok geç kalıyorlardı… Uyuşturucu vardı kentte. Gençlerini nasıl koruyacaklarını bilmiyorlardı.

Kurtuluşları ancak ve ancak üçüncü nesilde mümkün görünen bu köylülerimizi unutmayalım. Efendiliklerini kaybetmesinler. Meslek sahibi yapalım onları. Belki bir gün yeniden köylerine dönerler ve üretmenin hazzını bir kez daha yaşarlar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir