Siyasetin kıyısında gezinenlerin, kahvelerde sabahtan akşama kadar konuşulanlardan haberi olmaz. Lokallerde akşamdan akşama buluşarak “Ne olacak bu memleketin hali?” diye hayıflananların da mahalledeki Ayşe teyzenin halinden anlaması beklenemez. “Hadi sohbete gidelim” diye konuşan Halit abinin beklentisi ile “hadi eyleme gidelim” diyen Deniz’in düşünceleri asla yan yana gelmez…

Sini üzerine tam da ortaya konulan kocaman bakır ya da çinko bir tabaktan karnını doyurmaya alıştırılan yüz binlerce insanın yaşadığı bir ülke Türkiye. Bulgur pilavını, makarnayı, döğme pilavını ekmekle tüketen bir toplumla karşı karşıyayız. Nohut, kuru fasulye, mercimek ve mevsim sebzelerini bulduğunda sevinen bir halkız biz. Evinin önündeki tavuklardan elde ettiği yumurtayı tüketmeyerek Cuma pazarına götüren, satarak elde ettiği birkaç lira ile şeker, tuz ya da çay alan köylülerin yaşadığı bir ülkedeyiz!

Geçen 2-3 hafta içinde Bursa’nın yakın köylerine gittim. Köy ekmeği aradım. Köy yumurtası sordum… Sizlere ömür. “Biz artık maalle olduk. Ekmeğimiz şeerden, yumurtamız fabrikalardan geliyor” sözleriyle karşılaştım. Parke taşı döşemeye çalışan işçiler vardı. Köy çeşmelerindeki su bile barajlardan geliyordu ve kahvelerde cola, pepsi, soğuk çay dolapları göze çarpıyordu.

İçtikleri sigara yabancılaşmış, kül tablalarında markaların adı yazılır olmuştu. Şalvar giyen birkaç yaşlı insan dışında herkesin pantolon giydiğini gözlemledim. Kızlar ortalıkta pek görünmüyordu. Erkekler kahvelerin müdavimleri. Evler betonarmeydi. Arada sırada geçen traktörlerin yaşlı olduklarını fark ettim. Daha çok odun doluydu ya da kuru ot taşıyorlardı… Televizyonlar son modeldi ve eğlence kanalları açıktı. Kahvedeki insanların ortalama yaşı 50 ve üzerindeydi. En yaşlı olanlara köyün tarihini sordum… Tatmin edici yanıtlar alamadım. Köyün tüzel kişiliği yok olduğundan bu yana tarla, bağ, bahçe işleri 3’üncü hatta 4’üncü sıraya gerilemişti.

Arsa satışları artmış, yabancılar adeta yazlık adı altında hücuma geçmişti. Beyaz ekmek alıyorlardı, küçük marketlerden alışveriş eder hale geliyorlardı. Beklentilerinin azaldığını, yorgun olduklarını, Bursa’ya göç edenlerin sayısında gözle görülür artış olduğunu, ürettiklerini satamadıklarını, kredi ile ayakta durduklarını, bankaların eline geçen bahçe sayısında patlama yaşandığını, bağlı oldukları belediyelerden beklentilerinin daha çok yol ve su olduğunu gözlemledim o gün. Siyasi partilerden gelenlere saygı gösteriyor ancak kulak memesiyle dinliyorlardı. Beyinlerine giden yol kapalıydı. Östaki borusuna kadar giden ses geri geliyordu. Terörden bahsedildiğinde “devletimiz çözer” diyorlardı. Şehitlere üzülüyorlardı ancak “Mertebe” olarak görüyorlardı. 1983 yılından bu yana yaşananları kanıksamışlardı sanki.

Azla yaşamaya alışmışlar, az ama yüksek ses, az kelime dağarcığı, az gülümseme, az soru, az para…

Tarlada, bahçede çapa sallayan Mehmet amcanın yanında dikilmekle de bir şey olmadığının farkındaydım. Mehmet amca tarlasını sularken, gübre atarken, meyveye ilaç verirken yanında olmak gerekiyordu. Türklük konusu açıldığında herkes bir şekilde bir yerlerden geldiklerini dile getiriyor ancak Anadolu’ya sahip çıkma konusunda ikircikli sözler geliyordu arkasından. “Son durak burası, son kalemiz, ne pahasına olursa olsun koruyacağız” diyorlardı ama bankaların ellerinden aldığı tarlalara ses çıkarmıyorlardı. Acayip bir durumdu…

1 Kasım seçimlerine giderken aslında toplumun kendimce analizini yapmaya çalıştım. Beklentileri az olan insan topluluğu ile karşı karşıyaydım ve daha iyi yaşam koşulları falan umurunda olmayan bir halk vardı karşımda. Ayşe teyzeye giderken 1 kilo baklava götüren bir kişi onunla hemen iletişim kurabiliyordu. “Buyurun oturun” diye konuşan bir kadınla, “buyurun bir çay için” diyen bir erkek arasında pek fark yok gibi dursa da aralarında derin uçurumlar olduğunu asla unutmamak gerektiğini biliyordum. “Herkese benden çay” diyen birine rastlamadım hiç. Ben söyledim çayları ve herkes birden etrafımı sardı. Daha samimi göründüler mesela. Çıkarları için mi yanımdaydılar yoksa beni daha mı güçlü gördüler pek anlayamadım! Epeyce sohbet ettik. Dertlerinin büyük bölümü kendileri dışında gelişen olaylar aslında. Lidere bakıyorlar. “Liderin söylemleri daha bir can alıcı olmalı” diyen köylüler çoğunlukta. Sert konuşan lideri seviyorlar. “Kadın gibi” olmazmış mesela!

Algı yönetimine sırt çevirenler kaybeder!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir