Amerikan dolarına bağımlı ekonomik düzenimizin çıkan çivisini yerine oturtacak, üzerine cila çekecek bir yetkinlik göremez olduk. Ekonomide yetkili konumundaki kişiler kendi halinde… Emekli maaşlarını ödeyebilmek, yatırımlara destek vermek, bankaların isteklerini yerine getirmeye çalışmak, toplu iş sözleşmelerinde aktif rol almak, uluslararası derecelendirme kuruluşlarıyla didişmek, piyasayı sürekli kontrol etmek, altın, döviz, borsa üçgeni içinde ve dışında reel ekonomik verileri değerlendirmek gibi onlarca hayati konuda karar almak çok kolay işler olmasa gerek. Oysa hükümet ve sayın cumhurbaşkanının gündemi ekonomi değil…

İşsizliği görmemek, yatırımların durduğunu anlamamak, ödenmeyen çeklerde patlama yaşandığını fark etmemek ve halkın alım gücünün düştüğüne şahit olmamak mümkün değil. 7 Haziran 2015 gününden buyana geçen yaklaşık 3 ay içinde Türkiye’de adı konulmayan bir yavaşlama, geri gidiş, bir devalüasyon süreci yaşanıyor. Maaşlara yapılan yüzde 4-6 arasındaki artışlar devede kulak… Ne maaş yetiyor ne de ödenekler. Peki ne oluyor? Neden yetkili ağızlar bu konularda gereken açıklamaları yapmıyor? Çünkü mazeret hazır; Doğuda operasyonlar varken başka bir şey gündeme gelemez!

Dolar kurunda neler olduğunu tam olarak algılamak mümkün değil… Dolar kuru artıyor ancak altın da artıyor. Borsadan çıkan para bu iki alana mı kayıyor bilemiyorum. Bence “Dolardaki yükseliş, büyük bir devalüasyonun habercisi…

Erken seçim ve tırmanan terör piyasaları sarsarken dolar kuru freni patlamış füze gibi! 1 lira 20 kuruş olduğunda Başbakanlık önünde yazar kasa atan esnaf şimdilerde suspus. Alışveriş Merkezlerinin (AVM) açılmasıyla işsiz kalan binlerce meslek mensubu, dolar 3 Lira olduğunda sesini çıkarmıyor. Esnaf Odaları birliklerinden açıklama üzerine açıklama gelmeli oysa. Sanayi ve ticaret odalarında toplantılar yapılmalı, yürüyüşlere katılan sanayiciler olmalı. Ama olmuyor. Büyük bir sıkıntının adımları yaklaşıyor. Adına kriz demesek de ‘Ödeme ve alma güçlüğü’ mü desek… Herkes itidal mi öneriyor

Doların 1.40 TL’den 2.80 TL’ye fırlaması, şimdilerde de 3.00 TL’nin üzerine çıkmaya çabalaması karşısında söylenecek çok şey var.

Halkın alım gücü dedik ya inanın en korktuğum yer işte orası.Dolara bağlı ithalatın azalması daha az üretim demek, daha az üretim işten çıkışların başlaması demek. Daha az alışveriş, daha az tüketim, daha az aktivite… Türk Lirasının dolar karşısında erimesinin ekonomi lügatındaki karşılığı ‘Devalüasyon’ olarak yazıyor. Israrla bu kelime kullanılmıyor. Bir devletin resmi para biriminin diğer bir ülke para karşısında değer kaybetmesi değil mi şu an yaşadığımız. Eee o zaman devalüasyonu yazmak zorundayız.

Sabit kur rejiminde devalüasyon hükümet kararı ile olur.Serbest kur rejiminde ise; Küresel piyasalarda, para hareketlerinde ağırlığı olan dövizlerin değer kazanması ya da ülkede döviz arz ve talep dengesinin bozulması da devalüasyona yol açar. Türkiye bu tanıma uygun bir süreç içinde.

Hükümet kurulamaması, terör, komşu ülkelerdeki karışıklıklar, ekonominin sahipsiz kalması gibi nedenlerle döviz arz ve talebi bozuldu. Türkiye hızla irtifa kaybediyor.

2003 yılından 2010 yılına kadar doların değeri 1.50 TL civarında gezindi. İstikrar da öyle yakalandı. 2011 yılında 1.90 TL, 2013 yılında 2.13 TL, 2014 yılında 2.31 TL karşılığını gördük…

Dolar, 1.40 TL’den 3.00 TL’ye çıkınca yüzde 114 değer kazandı… İnanılmaz bir oran. Devalüasyon oranı ise yüzde 53’tür.

Bu kaosun sona ermesi gerekiyor. Yoksa Türkiye yanar, kavrulur…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir