Türkiye’nin Detroit’i dedik yıllarca Bursa’ya. İtalyan ve Fransız sanayiciler, yerli birer ikişer ortak bularak yerleştikleri kenti tepe tepe kullandılar yıllarca. Ucuz ve nitelikli işgücü vardı. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Romanya, Kırım ve Yugoslavya’nın çeşitli bölgelerinden gelerek Bursa’ya yerleşen soydaşlarımız, sosyalist eğitim sistemlerinin kendilerine kazandırdığı çalışma disiplini ile fark yaratmayı başarmışlardı. Sesleri çıkmıyor, verilen işleri hakkıyla yapıyorlardı.

Daha sonra Almanlar keşfetti Bursa’yı. Görece daha gelişmiş teknolojileriyle dünyaya üretim yapmaya başladılar. Yatırım indirimleri, teşvikler, Ar-Ge bölümlerine verilen ayrıcalıklar, kamuda hemen atılan imzalar, hükümet üyeleriyle kurulan diyaloglar hep işlerin iyi gitmesini beraberinde getirdi. Türk işadamları da yan sanayici olarak işyerleri açtılar. Her projenin belli parçaları sipariş ediliyor ve tezgahlar çalışmaya başlıyordu. Başka mesleklerden gelenler bile ana otomotiv sanayi için parça üretmenin dayanılmaz cazibesine dayanamıyor, birer sanayici olmanın avantajlarını yakalamanın iç huzurunu yaşıyorlardı.

Gel zaman git zaman işler rayına oturdu diye düşünenler kara kara düşünmeye başladı. Çünkü dünya ekonomik krizlerinin ardından yan sanayicilerin kar marjları düşmeye başladı. Ana sanayici, hesap kitap yaparak yan sanayiciyi tam anlamıyla kıstırmanın ne olduğunu öğrendi. Karşılıklı görüşmeler kibarlık sınırları aşılmadan “işinize gelirse” diye bitmeye başladı. Alternatif işletmeler arasındaki derin rekabet de ana sanayicilerin işine geliyordu… Hatta emekli olduktan sonra yan sanayi firması kuranlara rastlanır oldu. İçeriden bilgi alabilen, arkadaşları güçlü konumlarda yer tutan bu “girişimciler” maalesef dengelerin bozulmasında etken oldular. Fabrika sahip ve ortakları kendi aralarında tartışma yaşamaya başladı. İflaslar, el değiştirmeler, icra yoluyla satılanlara rastlanır oldu.

Bu arada devreye Çin girdi. Ucuz ne kelime bedavaya yakın ücretlerle ve devlet destekleriyle dünyaya “gelin” çağrısı yapan komünist Çin, başarılı oldu ve markalar akın etti. Trilyon dolarlar konuşulmaya başlandı.

Bursa’dan gidenler de üretim tesisleri açtılar ya da kiraladılar orada. Çin’de üretim yaptıranların sayısı arttı. Götürdüğü parçayı 48 saat sonra oteldeki odasında gören Bursalı işadamının şaşkınlığını gözünüzün önüne getirin mesela… Her türlü ürünü üretmeye başlayan Çin, Bursa’daki yan sanayicileri tedirgin etti. Tekstilcilerimiz bile oradan hazır mamul mal getirmeye başladı… Kalitesizdi belki ama satılıyordu…

Şimdilerde uluslararası şirketler Balkan ülkelerini keşfetti. Örneğin Fransızlar Romanya’da Oyak Renault fabrikasının 4 katı büyüklüğünde bir işletme kurdular. Daha ucuz işgücü, daha az vergi, daha ucuz su, doğalgaz ve elektrik…

Aklıma kalıp meselesi geldi hemen. Söker götürürsün ve oraya monte edersin olur biter… Ya da Bursa’ya gelmesi beklenen yeni modelleri oraya kaydırırsın…

Burada yaşanan sorunların kaynağı sakın bu plan olmasın

Sendikaların biraz da bu noktalara bakmaları gerekir… Çalışanların ve haklı olduklarına inandığım sevgili işçilerin artan maaşları olsun ancak “büyük oyuna mı geliyoruz?” diye de düşünme zamanı sanki…

Bursa, kendi ayaklarına sıkan kovboy olmamalı. Gelecek konusunda projelere imza atanlara bakıyorum da çoğunlukla hizmet sektörü ve enerjide kümelenme görüyorum.

Fabrikaların içinde en önemlisi, üretim yaparken büyümeye devam edendir. Bursa böylesi fabrikalara sahiptir ve olup bitenlere kapalı gözlerle müdahale edilmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir