Hem anne hem de baba tarafından dedeleri, Çanakkale ve Milli Mücadele sırasında şehit olan bir aileden geliyorum. (Ruhları şad olsun)… Tarsus’ta, Adana Bahçe’de, Mersin’de, Van’da, Kars’ta, Erzurum’da ve Karadeniz’de 1912-1917 yılları arasında yaşananları, en son Azerbaycan toprakları içinde iken Hocalı’daki katliamı birinci ağızdan dinledim. Dedem Ahmet ile mahalle arkadaşı Agop arasında geçen konuşmaları, Fransız komutanların azınlık olarak lanse ettikleri Ermenileri, Suriye içlerinde eğittiklerini, okullarda Ermeni çocuklara verilen öğütleri, marşları unutmadım.

Bundan 100 yıl önce yaşanan “tehcir”in nedenleri üzerinde kimse kalem oynatmıyor sanki. Millet-i Sadıka (Sadık Millet) iken neden ayaklandıklarını Ermeniler kendileri bulmalı. Emperyalistlerin oyunları hakkında gerçekler dile getirilmeli. Aynı sokakta oturanların neden birbirlerine düşman edildikleri açık açık anlatılmalı.

İstanbul Barosu’nun açıklaması aslında hepimizin düşünceleri gibi. Paylaşıyorum…

SOYKIRIM İDDİALARI Türk halkının milli direncini kırmaya yetmeyecektir

Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francesco, 1915 olaylarının 100. Yıldönümü nedeniyle Vatikan’da düzenlediği ayinde; “20.yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını” iddia etmiştir. Ayine Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan başta olmak üzere Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu 2. Karekin, Kilikya Katolikosu 1. Aram ve Dünya Ermeni Katolikleri Patriği 19. Nerses Bedros gibi üst düzey temsilcilerin katılması arka plandaki ince hesapları ve karanlık pazarlıkların anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

12 Nisan tarihli Vatikan açıklamasının ardından Avrupa Parlamentosu, 15 Nisanda oy çoğunluğuyla kabul ettiği Ermeni soykırımının 100’üncü yıldönümübaşlıklı kararla Türkiye’yi “soykırımı” tanımaya, arşivlerini açmaya ve Erivan’la barışmaya çağırmıştır. Metinde, Ermenilerin 1915-1917 yılları arasında yaşadıkları “trajik olayların” Birleşmiş Milletler’ in 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Cezalandırılması ve Önlenmesi Sözleşmesi’nin “soykırım” tanımı kapsamına girdiği görüşü yer almaktadır.

Öncelikle dikkat çekmek istediğimiz husus, Papa Francesco’nun açıklamasını takiben Avrupa Parlamentosu’nun aldığı kararla Türkiye karşıtı teopolitik bir husumet cephesinin kurulmuş olmasıdır. Katolik Dünyasının dini liderliği ile Avrupa Parlamentosu arasında kurulan ittifak hem teolojik hem politik açıdan ilginç ve düşündürücü özellikler göstermektedir.

Bilinmelidir ki İslam dünyasına karşı yüzyıllarca süren Haçlı Seferlerinin, Mazlumlar coğrafyasındaki emperyalist talanların, soykırımların manevi mimarı ve kutsayıcısı olan Vatikan’ın günümüzdeki sakininin Türk milletini soykırımcılıkla suçlamasının hiç bir inandırıcılığı bulunmamaktadır!

Tarihi gerçekler yerine tek yanlı şartlanmaların, bilimsel kuşku yerine peşin kabullerin, hukuki ciddiyet yerine politik hafifliğin ürünü olan her iki açıklamanın Türk milletinin onurlu geçmişine iftira, kolektif kimliğine saldırıdan başka bir amaç taşımadığı bilinmelidir.

1915 olaylarının 100’üncü yılında Türkiye’ye karşı yoğunlaşan kampanyaların ark planının anlaşılması için yakın geçmişin kısaca hatırlanmasında yarar görmekteyiz:

Osmanlının çöküş sürecinde Çarlık Rusya’sının ve Batının kışkırtması ve yönlendirmesiyle Osmanlının uyumlu tebaası Ermenilerde oluşturulan etnik bilinç kısa sürede ayrılıkçı taleplerle ortaya çıkar. 19.yüzyılın ikinci yarısında başlayan yerel ayaklanmalar I. Dünya savaşında toplu kalkışmaya dönüşür. Rus cephesinde orduyu arkadan vuran, ikmal yollarını kesen, bir kısmı da Çarlık orduları safında, uyruğu olduğu Osmanlıya karşı çarpışan Taşnak çetelerine ve isyancılara karşı 1915 yılında tehcir (zorunlu göç) uygulamasına başvurulur. Birinci Dünya savaşı süresince ve sonrasında, 1922’ye kadar süren Taşnak terör kampanyasında ikisi başbakan olmak üzere onlarca kişi katledilir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından günümüze uzanan süreçte Osmanlıyı Tehcir uygulanmasına zorlayan nedenler yok sayılır. Tehcir uygulaması, Ermeni Diasporası tarafından tarihsel gerçeklikten koparılıp, yalanla yeniden kurgulanır. Aktarıldığı her kuşakta Türklere yönelik kin katsayısının geometrik artışına yol açar. Türk imajı, Ermenistan’da ve Diaspora’da yaşanılan her türlü olumsuzluğun, her türlü kötülüğün simgesine dönüştürülür.

Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında düğmeye yeniden basılmasıyla 1974’ten 1983 Paris Orly Havaalanı katliamına kadar geçen süreçte kırka yakın Türk diplomatı, Taşnak terör geleneğinin mirasçısı Asala ve Ermeni Soykırımının Adalet Komandoları tarafından gerçekleştirilen suikast ve saldırı kampanyalarında katledilir.

Ortada bir cinayet varsa doğal olan faillerinin yargılanması, adalet önünde hesabının sorulmasıdır. Asala suikastlarında bunun tam tersi olur. Her suikastın ardından canileri mitolojik kahramanlar olarak kutsayan, savunmasızca katledilenleri ise öldürülmeyi bin kez hak etmiş lanetli bir geçmişin kötülük simgeleri olarak yansıtan medya kampanyaları düzenlenir.

Geçen 100 yılın ilk çeyreğindeki TAŞNAK terörü gibi ASALA terörü de beklenen sonucu vermeyince kanlı kampanyanın asırlık kurgulayıcıları yöntem değişikliğine giderler. Silahın en etkilisi tercih edilir. Yabancı parlamentolardan peş peşe çıkan soykırım kararları, yurt içinde ortak bilincimize, toplumsal algımıza karşı düzenlenen medya suikastları post modern kampanyanın uygulamaları olarak değerlendirilmelidir.

Yirminin üzerindeki devletin ardından Avrupa Parlamento’sunun kabul ettiği soykırım yasalarıyla ne amaçlanmaktadır? Psikiyatri muayenehanesinde yatar koltuğa uzatılmış hasta muamelesi yapılan Türkiye’den ne istenmektedir? Yanıt basittir: Öncelikle Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin suçlamayı kabul edip özür dilemesini, ardından gereğini yerine getirmesini istemektedirler! Diz çöktürülecek, direnci kırılacak Türkiye’ye, ruhunun huzur bulması, rahatlaması, sistem tarafından kutsanması için ne isteniyorsa vermesi gerektiği fısıldanmaktadır. Soykırımcı olduğunu kabul etmiş bir Türkiye’nin siyasal sınırlarını daraltarak Ermenistan’a vereceği tazminat ve toprak gibi jestlerle sorunun kapanacağı, baş ağrısından kurtulacağı telkin edilmektedir!

TAŞNAK terörüne, ASALA katliamlarına karşı tek vücut olmuş, milli duruş sergilemiş Türk halkının ortak direncinin kırılmasına yönelik dış destekli iç kampanyanın yoğunluğu düşündürücüdür. Bu kampanyanın gerek siyasi iktidar üzerinde gerekse kimi muhalefet partileri üzerindeki olumsuz etkileri açıkça görülmektedir. TBMM çatısı altında Atatürk ilkelerine, Cumhuriyet’in temel değerlerine, ulusal bütünlüğe sadakat yemini etmiş kimi milletvekillerinin yabancı parlamentoların soykırım kararlarının örtülü, utangaç tasdikçisi durumuna düşmüş olmaları hazindir. Hele Başbakanlık başdanışmanın 1915 olayları için soykırım tanımını kullanması, başbakanın AP kararına ilişkin tepkisinin inandırıcılığını sıfırlamaktadır!

İktidarıyla, muhalefetiyle kimi siyasi partilerin yeni dönemde TBMM çatısı altına davet ettikleri bazı milletvekili adaylarının peşinen soykırım iddiasında bulunmaları ise yüce meclis çatısı altında gösterecekleri faaliyetler hakkında yeterince fikir vermektedir!
Kuşkusuz ki dışarıdaki teopolitik ittifakla içerdeki kimi açık kimi örtülü müttefiklerinin nafile çabaları, hukuk ve bilim dışı iftiraları, tarihsel gerçekleri değiştirmeye, Türk halkının milli direncini kırmaya yetmeyecektir. İstanbul Barosu Müdafaayı Hukuk geleneğinin mirasçısı olduğunun bilinciyle, çağdaş hukuk değerlerinin yılmaz savunucusu olmayı sürdüreceğini kamuoyuna saygıyla duyurur.”

İşte bu kadar!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir