Yıl 1989 olmalı. O zamanlar çalışmakta olduğum gazeteye orta yaşın üzerinde, beyaz saçlı, beyaz bıyıklı, Balkan ülkelerinden olduğu hemen belli olan, kibar, insanın üzerinde hemen etki bırakan ve elinde tahta kaşıklar olan dinç bir adam girdi. Çok konuşuyor ama boş konuşmuyordu. Hayatını, yaptıklarını, eserlerini, annesini, askerlik anılarını yaklaşık iki saat boyunca dinlemiştim. Gariptir hiç sıkılmamıştım. Çantasından çıkardığı birkaç A4 kağıdından fotokopi çekmemi istemişti. Yerine getirdim ve haber yapılması için magazin servisine götürdüm. “Yakma sanatçısı” başlığıyla çıkmıştı haber. O yıllarda bir tahtanın üzerinde kızgın demir, çatal, keski ya da çöplerden bulduğu metallerle yaptığı figürler dikkatimi çekmişti. Daha sonraki yıllar boyunca sergisine gittim.

Defalarca ağırladım gazetede. Bursa’da bir dönem Rus Konsolosluğu olarak kullanılan eski bir binayı 25 bin liraya alarak restore etmesi ise benim için inanılmaz günlerin başlangıcı oldu. Ağacın, tahtanın, merdivenlerin ve sofanın anlamına eriştim o evde. Sedirde oturdum üst katta. Yemek yedim bahçesinde. Doyumsuz sohbetlere tanık oldum. Tahtaya ruh veren büyük bir sanatçıyla geçirdiğim anlar, hep iyi zamandı benim için. Sonraki yıllarda savrulduk rüzgarın önünde. Emekli oldum ve iş alanım değişti. Sabah 09.00-18.00 arasında 2-3 iş yapmaya başladım. Yalnız yaşamaya başlamıştım ve ev ile iş arasında geçen yeni yaşam biçimi O’nunla görüşmelerimizi ertelemeyi beraberinde getirdi…

Ve önceki gün… Hayata gözlerini kapattığını öğrendim. Çok üzüldüm…

1990’lardan bu yana Bursa’da yaşayıp da Hüsnü Züber adını duymayan biri varsa, bilin ki o insan, dünya ile ilişkilerini gözden geçirmeli. 1990’lardan bu yana Bursa, Heykel, sergi açılışları, kokteyller, konserler ya da sanatla ilgili aktiviteler bir tek kişiden sorulacak olsaydı, bu kişi öncelikle Hüsnü Züber olurdu.

Bursa’ya 1981’de geldim, gazeteciliğe 1987’de Uludağ Gazetesi’nde başladım ve Hüsnü Züber’le Bursa Hakimiyet Gazetesi’nde tanıştım.

Arnavut babayla Yugoslav göçmeni bir annenin oğlu olarak 1930 yılında İstanbul’da doğmuştu. Çocukluk ve gençlik yılları 2. Dünya Savaşı yıllarına denk düşüyor. İşin, ekmeğin, yemeğin zor bulunduğu yıllar. İlk defa geldikleri bir ülkede ayakta kalmaya çalışan aile… Haydarpaşa Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’dan Ankara’ya Harbiye’de okumaya gidiyor. Askerlikte geçen uzun yıllar…

Hüsnü Züber’in Muradiye’deki restore ettirdiği ev, 27 Aralık 1992’de “Hüsnü Züber evi-Yaşayan Müze” adıyla açıldı. Büyükşehir Belediyesi ile “ölünceye kadar içinde yaşama koşuluyla” anlaşmıştı.

Hüsnü Züber, Bursa’da iz bıraktı. “İnsancıl Çizgiler” adlı kitabını bulun ve satın alın. ‘Kaşıklar’ onun temel eserleri, atlamayın. Anadolu’dan topladığı köylülerin kullandığı aletlerini, dağlama yaptığı eserlerini mutlaka izleyin, dokunun. “Türk Süsleme Sanatı” adlı kitabını edinin.

Başta kaşık, kepçe olmak üzere düven, yaba, dirgen, tırmık, bağlama, davul… gibi nesneler üzerine yapmış olduğu dağlamalarını çok seveceksiniz. Hüsnü Züber, topluma “değerlerinize sahip çıkın” diye sesleniyor.

Hüsnü Züber, bir yaşam markası; sanat adamı ve insandı. Andığımız sürece size, bize ve dünyaya haykırmaya devam edecek. Güle güle Hüsnü Züber… İz bıraktın, şu garip dünyaya.

Evimize hediye ettiğin 100 yıllık taş aynalı komodin, eski eşimde. O da kızımıza bırakacak. Hüsnü Züber anısı hep yaşayacak…

Not: Sanatçının cenazesi bugün (16 OCAK 2015 CUMA) öğle namazını müteakiben Ulu Cami’den kaldırılacak. Son görev için yalnız bırakmayın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir