Modern Türkiye’nin kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğü, unutulmazlığı ve çağlara yayılan ışığının altında yatan iki gerçek var; “Akıl ve bilim”.

Geometri kitabı yazacak kadar bilimden yana olan, 3 bin 650 kitabı satır satır okuyan, Avrupa’da neler olup bittiğini takip eden, iki yabancı dili yazıp konuşan bir liderden söz ediyoruz. Beynini kullanan, tartışmalardan notlar alan, ‘gel çocuk, anlat bakalım’ dediği insanlara yol yordam gösteren bir insan Atatürk. 1919’da Samsun’da başlattığı yürüyüşü 4 yıl sonra Ankara’da sonlandıran ve yeni bir devletin temellerini atan eşsiz bir dünya lideri, Atatürk.

Komünist savaşçı, dünya sol hareketinin bayrak isimlerinden Ernesto Che Guevara’nın okuduğu kitaplar arasında olan NUTUK’ta “geleceği şekillendiren” bir deha, Mustafa Kemal.

Devletçi, sosyal, laik ve ileri görüşlü büyük bir deha olan Atatürk, bakın ekonomi için neler söylüyor;

Ekonomisi zayıf bir ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.”

Güçlü bir uygarlık istiyor. Kalkınmanın sanayileşmeden geçtiğini görüyor. Mutluluk için çalışmanın gerekliliğine inanıyor.

Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.”

Türkiye’nin hür kalabilmesinin arkasında yine ekonomi olduğunu hatırlatıyor.

Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.”

Paranızın kıymetini bilin. Borçlanmayın, çok üretin, çok satın diyor. Ülkenin kurtuluş reçetesini yazıyor.

Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.”

Atatürk, Yunanlıları denize dökmenin, İngilizleri, Fransızları, İtalyanları ülkeden çıkarmanın yetmeyeceğini dile getiriyor. Türk halkının fabrikalar kurmasını, yol yapmasını, demiryollarını tercih etmesini, tarımda yol almasını, madenlerini işletmesini ve bilgi kaynaklarına ulaşmasını öğütlüyor.

İlk büyük işletmelerden biri olan Merinos Yünlü Kumaş Fabrikası Bursa’da kuruldu. Binlerce metre kumaş üretildi, satıldı. İlk uçak, ilk şeker, ilk denizaltı, ilk barut, ilk şarap, ilk cam, ilk gübre, ilk silah, ilk makine, ilk tank, ilk tuz, ilk çiftlik gibi daha onlarca tesis hep 1923 ile 1938 yıllarına sığdırıldı. Köy enstitüleri ile eğitimli köy çocukları hedeflendi. Atatürk bizzat traktör kullandı. Aşılama yöntemiyle binlerce ağacın ve hayvanın hastalıklara karşı dirençli olması sağlandı.

Asıl sorun demokrasi

Yalnız bu arada şunu kesinlikle belirtmemiz gerekiyor ki, Cumhuriyet rejimi tüm bu saydığımız gelişmeleri tek başına sağlamak için yeterli değildir. Cumhuriyet rejiminde demokratik yollara yer verilmezse devleti yöneten liderler ve halk demokrasiyi içlerinde sindiremezse tüm bu saydığımız gelişmelerin özellikle sosyal alandaki gelişmelerin sağlanmasında eksiklikler görülür. Kavram olarak baktığımızda ise ‘cumhuriyet’ten;  milletin egemenliği kendi elinde tuttuğu devlet şekli anlaşılır. Burada “demokrasi” kavramıyla ‘cumhuriyet’i karıştırmamak gerekiyor. Şüphesiz bu her iki kavram birbiriyle  ilgili ve  iç içe kavramlar olmakla birlikte birbirinin aynısı değildir. Demokrasiden de halkın kendi kendini yönetmesi anlaşılır. Ancak cumhuriyette esas olan, devlet piramidinin en üstünde bulunan kişinin, yani devlet başkanının seçimle gelmiş olmasıdır. Devlet başkanı, babadan oğula geçen bir sistemle yani saltanatla o göreve gelmiş değildir. Bu iki kavrama bir-iki  örnekle açıklık getirmek istiyoruz.

Bugün İngiltere’de, İsveç veya Norveç’te parlamento vardır. Halk yasama organı durumunda olan meclisi kendisi seçer, meclisten de yürütme organı çıkar. Yani demokrasi vardır denebilir. Ama, devlet piramidinin en üstündeki kişi kral veya kraliçedir. Bu göreve seçimle değil, saltanat usulüyle gelmiştir. Bu yüzden bu ülkelerde tam anlamıyla bir cumhuriyet rejiminden  söz edilemez. Öbür taraftan, devlet başkanının şu veya bu şekilde seçimle geldiği bazı rejimler vardır ki mesela; Çin Halk Cumhuriyeti, İran İslam Cumhuriyeti ve diğer halk cumhuriyetleri gibi, bu rejimlerde de sözde cumhuriyet olmakla birlikte halkın yönetime iştirakinden söz edilemez. Çünkü tek partinin hakimiyeti söz konusudur. Halk eğer oy verse bile bu partiye oy vermek durumundadır. Neticede şunu söyleyebiliriz; demokrasinin olduğu yerde cumhuriyetin olmadığı veya cumhuriyetin olduğu yerde de demokrasinin bulunmadığı örnekler görülmektedir. Ama ideal olanı hem demokrasinin hem de cumhuriyetin birlikte olmasıdır. Bir başka ifade ile cumhuriyeti, demokrasinin en gelişmiş şekli olarak kabul edebiliriz.

Ekonominin sıçrama yaptığı 1923 ile 1938’in tekrarlanması için bugün daha çok çalışmak gerekmektedir. Namuslu, dürüst, yalan söylemeyen, söylediklerini unutmayan, halkı ile barışık siyasilerin çoğalması dileğimle…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir