Sosyolog Dilek Karabıyık, duyarlı insan. Çevresinde olup bitenlere burun kıvırmıyor. Aksayan her şeye, her insana, her kuruma dokunuyor. Toplumu iyi tanıyor, onlara birazcık faydası olmasını beklediği gelişmeleri anlatıyor. Çaresiz olduğunu söyleyen insanlara “çare sizsiniz” demeyi ihmal etmiyor. Öneren insan… Paylaşımlarıyla dikkatimi çekiyor.

Örneğin, 10 işçiye mezar olan İstanbul’daki asansör kazasının olduğu Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’na (GYO) ait binaya gidiyor, çocuklarını kaybeden ailelerin yanında onlara destek oluyor, kent yaşamındaki aksaklıkları yazıyor, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde aksayan yönlere dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz günlerde uzmanlık alanıyla ilgili olarak güzel bir çalışmaya imza attı. Gelin birlikte irdeleyelim;

Çalışma “Hepimiz Farkındayız” diye başlıyor ve devam ediyor;
“Türkiye büyük bir ahlak, siyaset, kültür krizine saplanmış durumda. Toplum olarak bir arada yaşamımıza imkan verecek koşullar teker teker ortadan kalkıyor. Saygısızlık, cehalet, saldırganlık, umursamazlık, bencillik, sadizm, şiddet, hukuk tanımazlık ve yalan; karanlık bir gölde oluşan dev bir girdap gibi hepimizi aşağı çekiyor.
İstanbul’a bir konser vermek üzere gelen İngiliz şarkıcı; “İnsanlar niye bu kadar sinirli?” diye sormuş.
Nasıl sinirli olmayalım: İstanbul’un göbeğindeki bir inşaatta emekçilerimiz 32. kattan düşerek feci bir biçimde can veriyor, damperi açık kamyon üst geçidi yıkıyor, altında insanlar kalıyor, bir ağaç devrilmesi bile iki kişinin ölümüyle sonuçlanıyor.
Hızlı tren yaparsın kaza olur, Marmaray yaparsın su alır, madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda binlerce emekçi, genç yaşında yok olup gider. Şiddet sokaklarda, evlerde kol gezer. Hergün genç kadınlarımız sadist manyakların bıçak darbeleriyle, pompalı tüfekleriyle solup gider.
49 yurttaşımız, IŞİD’in; yeni adıyla ‘Irak Şam İslam Devleti’nin elinde kalır; öldüler mi kaldılar mı belli değil.
Ve bunların sorumlusu bulunmaz; hiç kimse suçu üstüne almaz. Japonya gibi onurlu ülkelerde birçok yöneticinin intihar etmesiyle sonuçlanabilecek bir hatalar zinciri, bizde pişkinlikle geçiştirilir.
Televizyonlar, gazeteler sansür altına alınır.
Cumhurun başı, mahkemenin durdurduğu kaçak yapıya geçme hazırlığı yapar; hükümetin başı İslamizm rüyalarını hayata geçirmeye çalıştığı için ülkeyi Ortadoğu kaosuna sürüklerken, bir kez olsun ‘Acaba doğru mu yapıyorum?’ sorusunu aklına getirmez.
Suçüstü yakalanan siyasetçiler aklanır; Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimi öncesi hakimlere, savcılara rüşvetler dağıtılır.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, İranlı bir arabesk dolandırıcının elinde oyuncak olur.
Bu manzaraya bakınca insan ister istemez Serdari Baba’nın şiirini hatırlıyor:

Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim

Bu yakınmalarla şiire başlayan ozan, son kıtayı şöyle bir kehanetle bitirir

Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akıbet dağılır ilimiz bizim

Yıllar boyunca yönetimleri uyarmaya çalışan, ‘Üç kutuplu Türkiye’ tehlikesine dikkat çeken, arabesk siyasetin ve siyasal İslam’ın bizi ne uçurumlara sürükleyeceğini anlatmaya çabalayan insanları zor günler, hatta zor yıllar bekliyor.
Ama bu halk bir gün mutlaka uyanacak, zalimleri iktidarda tutan propagandaların yalan olduğu anlaşılacak, emeğin, bilginin, temiz ahlakın, dayanışmanın, kardeşliğin güzel günleri, aniden gelen bir bahar yeli gibi yürekleri ferahlatacak.
Bunu, halk başaracak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir